31 Aralık 2011 Cumartesi

Yeni Yıl - Yeni Orgazmlar

Yeni yıla işyerinde girdim. Enazından girecek bir işim olduğu için şanslı sayılırmıyım sayılmazmıyım tam olarak bilemesemde; zaten şuan pekte bilebilecek halde zaten değilim.... Sağlıkla yeni yıla girdik, merak ediyorumda! acaba 2012 da kendi adıma neler olacak? yoksa bişey olmayacakmı? bir hadis vardı!
önceki günü bugün ile aynı sayanlar (hayatı tek-düze görenler) yanlıştadır diye. Evet yaşadığımız günlerimiz birbirlerinin kopyası olsa dahi! aralarında hiç yoksa 24 saat fark var! İnsan yaşamında saniyelerin saliselerin bile önemi yadsınamaz ise... 24 saat! Anlayın işte. 
Monitörü zor gören gözlerle yeni yılda önce sıhhat sonra afiyet sonrasında para sonrasında büyük orgazmlar diliyorum! Yada dilemiyorum... Sağlık para orgazm! Yandaki kelime orgazm! yani zevkin doruğu! hayat zaten orgazmlar yaşamak için sürdürülmezmi? Neyse!

Fotoğraf Baskısı Hk. - TASLAK

Fotoğraf baskısı!
nasa teknolojisi kullanan yer!
fiyatlar.
kalite!

Soy-Adı Kanunu-TASLAK

B.G.B.G-3. ten M.Nusret alıntı yaparak --> Konu!
-
taslak

30 Aralık 2011 Cuma

Al Sana Fetva!

Mısır’da yayımlanan El-Senousa gazetesine konuşan bir din adamı kadınların muz, havuç, kabak, salatalık gibi yiyeceklere dokunmasını ‘yasakladı’. 


Şeyh, bunların erkek cinsel organına benzediğini ve cinsellik düşünye neden olabileceğini iddia etti.....(hurriyet.com.tr)

*
Aklıma keşan müftüsü geldi, hatta ondan önce mini etek giyen kadınların tecavüze uğramasında haksızlık görmeyen sapık diyanetçiler... 
*
Alın işte ''din'' kavramının toplum-sosyal yaşayışa etkilerini, ve bu kavramların ne kadar esnek olduklarını görün. Yatın kalkın ATATÜRK e dua edin! O olmasaydı! analarınızın elinden salata bile yiyemezdiniz...

İlker BAŞBUĞ

Eveettttt sıra ona kadar ilerledi, bugün yarın tutuklanarak; Cumhuriyet tarihimizde ki ilklerden birini daha yaşayacağız! Emekli genel kurmay başkanı içeri alınacak! recepin dediği kadar var! Türkiye'deki demokrasi abd den bile üstün! Eski genel kurmayı vatana ihanetten yargılanacak; vatana ihanet etmeyenleri sözde vatan ve demokrasi savunucularına bakınca midem bulanıyor... Yaşasın akepe demokrasisi!

35 Pkk lı Bombalanarak İmha Edildi

Bu hafta içi şırnak tan yurda kaçak yollarla katır sırtında kaçak mal getiren bir gurup imha edildi... TSK topa tutuldu! Geçen karakol saldırılarından birinde 35-40 kişilik katır sırtlarında mühimmat taşıyan gurup görülememiş neticesinde de karakol saldırıya maruz kalmıştı... Bu sefer böyle yapılmadı iş şansa havale edilmedi! Şimdiki sonuç! TSK masum köylü düşmanı! Benim de bir takım pozitif düşüncelerim vardı, hatta empati bile kurmuştum... Fakat bu sabah bitti! 35 kürtün cenazesi izlendiğinde! bunların sadece köylü olmadığı tabutlarının üzerlerine örtülen pkk paçavralarından vs anlaşıldı! Cenaze pkk mitingine dönüştü!
Olay bu kadar! kimse üzülmesin sıkılmasın! Hadise bu kadar net!
Gazete de gördüğüm resimleri bir ara ekleyeceğim! 35 tabut art arda dizilmiş hepsinin üzerinde paçavralar serili...

28 Aralık 2011 Çarşamba

Resimle, Şiirle, Kitapla da Terör Yapılabilir...

akepe nin iç-işleri bakanın açıklaması konu başlığında!
Resimle, şiirle kitapla da terör yapılabilir...
Toplayın kitapları! Taksim meydanında yaktırın! Evleri basın! yasaklı kitap okuyanları gerekirse takip edin! 
Resim falanda yaptırmayın! Zaten sizce haram-günah!
Şiir yazdırmayın! Buda ne zaten? Gerçi mevlana-yunus emre sizden utanırdı ya neyse!

Yada bunların hepsinin tekelini üzerinize alın! komisyonlar kurun! ''akepe tarafından görülmüştür'' kırmızı damgalı kitapların satışına müsade edin!
Bu siyasi parti okadar bayağı ki insanın midesi alt üst oluyor; işlerine geldiğinde! basit-iğrenççe internetten pornoya giriliyor! işlerine gelmediği zaman! pkk da kitap çıkarttırıyor! 
Bunların siyaseti işte bukadar basit ve yoz! böyle basit ve adi bahaneler sürerek! memlekette baskı-polis-işkence-korku devleti kurmaya uğraşıyorlar! hatta belirli noktalarda bunu çoktan başardılar...
Uyan Türk Milleti! Uyan Türkiye!

Noel Baba - Adammısın Lan Sen!

Noel baba adam olsa bacadan değil kapıdan girerdi... Onları taklit etmek! onlar gibi yaşamak! onlardan biri gibi gözükmeye çalışmak! ne olursa olsun hangi toplum olursa olsun gerçekten yanlış! Benim yıllardır anlamadığım nokta ise yılbaşı ile kiristmıs denen kutlamanın aslında aynı şeyler olmadığı... 24 aralıkta kutlanan dini bayram; 31 aralıkta kutlanan ise yeni yıl. Biz kesinlikle 24 aralıkla işimiz yok! Siz hiç 24 aralıkta evinde hindi yapan, ağaç süslüyip, gecesinde de noel baba bekleyen ev gördünüzmü? Aradaki fark bu! Biz sosyal kurumlar sosyal yaşam olarak son birkaç yüzyılda oldukça geriledik, insana, insan yaşamına, hakka-hukuka zerre kadar önem vermez olduk; kanunlarımız anayasamız zaten ortada!
Bahaneler bahaneler üzerine - gereksiz sahip çıkmalar! Olay 24 aralık yada 31 aralık durumu kesinlikle değil! Ortadoğululuktan kurtulma özlemi aslında, kırsal hayattan şehire! dönüş! Bizde halen köy kavramı köylü kavramı ağa ağalık kavramı olduğu müddetçe böyle müftüler de çıkacak! hatta sonraki yıllarda 24 aralıkta hindi dolduran müslüman türklerde... Yüzyıllar içinde sosyal hayatımızın zarar görmesi kulluktan bireyliğe halen geçmekte zorlanmamız toplumumuzdaki ayrışmalara sebep oluyor! Bunların olması birazda normal, bu adamların filmleriyle belgeselleriyle elektronik yaşamıyla iç içe özdeşleşerek büyüyoruz öğreniyoruz! Gayet normal! Bilimde teknikte bu adamları taklit etmenin gerçekte hiçbir sakıncası yok! Ancak evet kültürel değerlerimize bunların değerlerini sokarsak, işte ozaman sorunlar yaşayabiliriz. Müftünün kast ettiği nokta belkide budur! Çok ilginç bir konu. Bukadar dandik yazının ardından asıl çılgınlık ise diyanet müftü için inceleme başlatmış. Aslında başlatacak tabi! Bugün dinimizden olmayan bir hırıstiyan çıkıp islam kahramanlarından biri hakkında iyi-düzgün biri değildi! hatta yaşamamıştı bile dese! bu siyasallaştırılmış-islam toplumumuz :) acaba nederdi? İnanç özgürlüğü karşılıklı olmalı! Müftünün incelemeye en azından göstermelikte olsa alınması kabul edilir-gereken bir durumdu.

Özetlersek yeni anayasa olayını atlamaya devam ediyoruz; hemde koskoca bir millet olarak!

siyaset olayından bıktıysak ve rahat bir nefes almak istiyorsak yapmamız gereken ilk şey kendimizi hafta sonunda dışarı atmak olacaktır. Sizlere tavsiyem kış günlerinde hava çok kötü değilse tarihi yarımada da bulunmanız, milli sarayları gezmeniz ayasofya müzesine gitmeniz sultanahmet meydanın da bulunmanız olacaktır.

hagia sophia 
hagia sophia museum

Hasan Mutlucan - yerin uçmağdır


Yerin Uçmağ Olsun... Darbe meraklısı değiliz fakat değer bizim için değerdir.
*


siyasi parti işaretleri var, mecburen bu adresten eklendi.

27 Aralık 2011 Salı

Best of 2011 (part one)



“Ucube.”

*
“Seyrantepe’de Galatasaray’ın bir Allah kuruşu yoktur.”
*
“Ben Müslümanım ama laik değilim, fakat laik ülkenin başbakanıyım, Mısır’a laik anayasa tavsiye ediyorum, laiklikten sakın korkmayın, umarım Mısır laik olacaktır.”
*
“Umutlarınızı asla yitirmeyin, umutlarını asla yitirme Somali...”
*
“Kılıçdaroğlu diye bir şey yoktur, sanaldır, cibiliyetsiz, yüz karası, dik duramayan, çapsız, sığ, geri vitese takan, karikatür muhalefeti, sen ne diyorsun be, amatör şeyhülislam, kıvırıyor...”
*
“Ben bir şeye çok hayret ediyorum, bazı bayanlar ekranlarda kadın erkek eşitliği diyor, eşit haklara falan eyvallah ama, diğeri yaradılışa ters.”
*
“NATO’nun ne işi var Libya’da? Böyle saçmalık olur mu yahu... Bakın biz Türkiye olarak buna kesinlikle karşıyız, konuşulamaz, düşünülemez.”
*
“Bunlar kaz güdemez, bırak davarı, koyun bile güdemez, bunlar keçi güdemez.”
*
“Nükleer santral için riskli diyorlar, o zaman evinize Aygaz tüpü de koymayın, kozmetik dünyada böyle sıkıntılar var.”
*
“Yumurta alacak kadar paranız varsa, omlet yapıp yiyin, orda kalkıyorsun yumurta atıyorsun, bu nasıl özgürlük? Kusura bakmayın, Arapların atasözü vardır, men dakka dukka, olay bu.”
*
Çılgın proce...
*
“Marmaray’ın mimari çizgilerini merhum Abdülmecit dedemiz çizmiş, arşivlerden çıkardık.”
*
“Yok arkeolojik şey, yok çanak çömlek çıktı diyerek, bizi oyalıyorlar.”
*
“Ankara uzay başkenti olacak.”
*
“Birileri bozkurtlarıyla dolaşıyor, ben yaradılmışların en şereflisi eşref-i mahlukla dolaşıyorum.”
*
“Şifre meselesinde ÖSYM’yi dinledim, ben tatmin oldum.”
*
“Malatya büyükşehir olmak istiyor. Ancak, nüfusun 750 bin olması lazım. Burada ufak bi açığımız var. 10 bin eksik... Ne yapacaksınız? Hazır mıyız? Bayanların ellerini görüyorum, bazıları üç diyor, bazıları dört diyor. Üç olsa yeter zaten. Ses az geliyor beyler... En geç iki yıl içinde bu 10 bin açığı tamamlamalısınız, ona göre.”
*
“Ahhh benim milletim ahh... İkinci milli şef Demirel gelmiş 87 yaşına, hala ortalığı karıştırıyor, çete kardeşliği yapıyor, ahhh ahhh ne dolaplar dönüyor.”
*
“Et tekrar-u ahsen
velev kane yüzseksen.”
*
“Feysbuk falan, yahu bunlar çirkin, berbat, herkes adına her türlü ahlaksızlık yapılabilir.”
*
“Almanya’da Hans fırsat yakalayacak, Helga fırsat yakalayacak da, benim Ahmetim Mehmetim Ayşem niye yakalamasın, vizyonumuz bu.”
*
“Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’ni kim kurdu? 2007’de biz kurduk. Zonguldak’ta üniversite var mıydı? Yoktu. Kuracağız dedik. Kurduk.”
*
“Hayaldi gerçek oldu.”
*
“Tuvalet bir milyon liraydı be, sayemizde bir liraya gidiyorsun.”
*
“Taksim’de bin kişiyi, iki bin kişiyi yürütmek problem değil. biz de kalkarız onların karşısına 5 bin, 10 bin tane genci koyarız.”
*
“Aynı dağın yeliyiz biz.”
*
“Bizim bölücülerle masaya oturduğumuzu söyleyenler, bu alçakça iftirada bulunanlar, şerefsizdir, müfteridir.”
*
“Amerika’da Hollywood, Hindistan’da Bollywood, Mardin’de Mardinwood olacak.”
*
“Hopa’da bir tanesi de kalp krizi geçirmiş, ölmüş, üzerinde durma gereği duymuyorum.”
*
“Bakıyorum televizyonda, polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır kadın mıdır, bilemem.”
*
“Camiye hakaret ettiler. Allah-u Teala’ya dil uzattılar. İtikadımıza ters konuşuyor. Kendisi Alevi’dir. Haydi ellerinizi göreyim... Maşallah maşallah. İnşallah daha iyi olacak. Elhamdülillah.”
*
Seçim... Yüzde 47.
*
“Kalfalık dönemi bitti.
Ustalık dönemi başlıyor.”
*
“Ne dediler, arkadaşlarımız yemin etmedikçe biz dört yıl da olsa yemin etmeyeceğiz dediler, bu sözü unutmayın, göreceksiniz, tükürdüklerini yalayacaklar.”
*
“Maç başladıktan sonra kural değiştirilmez, gol nasıl olur, penaltı nasıl olur, hepsi önceden belli, dürüst olun, tarafsız olun, yüz yüze bakacağız, birbirimize ayak oyunu, çalım atmayalım.”
*
“Donanmamızı oraya gönderiyoruz, İsrail eskisi gibi Akdeniz’de at oynatamayacak, gerekirse savaşırız.”
*
“Kusura bakma, ben bu tertemiz alnımı, ak alnımı, senin o lekeli dudaklarına sürdürmem, senin ağzın ve dudakların lanetli, senin o kirli öpücüklerine ihtiyacımız yok, başkasına sakla.”
*
“Elbette medyamıza müdahale arzusu içinde değiliz ama, medyamız milli duruş sergilesin.”
*
“Bence bu dönem lüks eve girme, sen en iyisi oturduğun yerde oturmaya devam et.”
*
“Zam diyorlar... Kardeşim, sigara içmezsin, olur biter, alkolü daha az tüketirsin, olur biter, kalkıp da Porşe kullanacağına, Vosvagen’e bin, Fiat’a bin.”
*
“Dersimli Seyid Rıza’nın hikayesi yürek burkucudur.”
*
“Parası olan askerlikten kurtulacak, parası olmayan askere   gidecek, benim vatandaşım bu işe sıcak bakmıyor, ben şahsen böyle bir sorumluluğun altına girmem, referandum yaparım.”
*
“Bedelli askerlik benim için önemli ve acil bir konu.”
*
“Bıçak kemiğe dayandı. Bedelini mutlaka ödeyecekler. Allah yar ve yardımcımız olsun.”
*
“Bedeli 30 bin lira.”
*
Ve elbette, yılların klasiği...
“Durmak yok, yola devam.”

26 Aralık 2011 Pazartesi

Nato dan Kovacaklarmış

hollanda denen inekleri-öküzleri ile meşhur olan ülkenin, islam karşıtı partisi! bizi fransa ve israili ''yüzüstü bırakmak'' ile suçlamış; bununla da yetinmeyerek bizim nato üyeliğimizin devamı hakkında görüşme istemiş...
1- uluslar arası sularda, TC. bayrağı taşıyan gemimiz saldırıya uğruyor. 9 sivil katlediliyor! Yüzüstü bırakan biz oluyoruz! (9sivilin vebali akp nindir)
2- 500 üyeli fransa vilayetinin 50 üyesi 70 milyonluk ülkeyi araştırmalara tarihçilere bakmadan mahkum ediyor! Yüzüstü bırakan biz oluyoruz!

Şunları gerçekten yüzüstü bırakabilsek!
abd-bbk-tr-isp-por... :)

25 Aralık 2011 Pazar

joker tayyip Batman Atatürk

Sanat sanattır! Karikatür sadece eleştirmek yerlere-sermek için değildir! Karikatür bazen de hükümetten yana olmaktır; herzaman eleştirmek gibi dertleri yoktur karikatürün-cünün... Belkide eleştirecek hiçbir halt bulamadıklarından dır bu - belkide iyi para kazanmaktır. Her neyse işte bahadır baruter abimiz için durum böyle değil! o herkesi herşeyi eleştirmeyi karikatür için daha uygun görmekte... Yukarıdaki olayın teknik adı vardı unuttum. Manipilasyon du sanırım bakmayacağım sorun yok... Bu resim öyle internette pekte fazla görülmedi duyulmadı! Neden acaba? Ben bile unuttum! Hiç üstüne düşülmedi belkide! 3 günde unutulur, üzerine düşersek! 1 ay devam eder kokusu deyu...

Ayrıca;
bir TC. başbakının uluslar arası kötünün kötüsü joker karakterine benzetilmesi!
bir Gazi Mustafa Kemal Paşa nın uluslar arası iyinin-iyisi batman (betmen diye okunur) benzetilmesi nedir?
burada ironi arayan varmı dır?
peki burada faydacılık arayan varmı dır?
Türkçe de ''dır'' lar iki de 1 ayrımı yazılır? Soru işaretlerini kelimeden bir uzak koysak neden word (vörd diye okunur) sinirlenir ? Yada tam terside olabilir? Peki bu yazıyı bukkaddar uzatmanın ne alemi var? 
Aslında uzun da değil bu yazı! ilk anda aklıma gelenleri standart (şitandart diye okunur) klavye hızımda yazıyorum; bazen yanlış yazıyorum siliyorum o kelimeyi aynen yazıyorum! Okuması yazmasından daha zor değil anlayacağınız-cım anlayacağım yani!

Ya bu arada joker denen pezevenk (pezemenk diye de okunabilinir) in tek amacı salt kötülük yapmakmıydı? yoksa hem kötülük yapıp hemde gotham (gatım diye okunur) şehrini ele geçirmekmiydi? Kısacası öyle yada böyle ele geçirme işgal etme sızma birilerini tasviye edip kendi kadrolarını sokmak vardı işin içinde... Dogma mıdır nedir aq! Çözemedim de olayı...
Son olarak jargon kullanmayı da sikim! Bu nedir arkadaş ! Haaa bu yazıda hoşuma gitti! Biraz saçmaladım biraz kendimce laf sokuşturdum! toplasam 2 dakika sürmedi :D

Ata yok, tayyip yalan adlı çalışma!

b. arınç tan Beğenmezseniz Sessiz Kalın

“Meclis başkanlığından kalma huyum var. Böyle sık sık ve sayısı belli olmayan şekilde tezahürat yapmak doğru değil. En fazla 3 kez tekrar edeceksiniz ve böyle her kelimenin arkasından alkışlamayacaksınız. O zaman konuşmamıza gerek kalmaz. Yeri gelince alkışlayın, beğenmezseniz sessiz kalın. Beğendiklerinizi takdir edin, ama üç kez tekrar edin.”
b. arınç
Tipik akp demokrasi anlayışı. Ve bu sözleri yada herneyse gençlik kongresinde sarf ediyor! Peşlerinden gelenlerde olmasını istediği! padişahçı-efendici söylem! Beğenmediğinde sessiz kal! sesini çıkarma! kaderine yazgına teslim ol! Biz daha iyisini biliyoruz! Siz kimsiniz! Siz dünyayı değiştirebileceğinizi mi sanıyorsunuz! Yoksa günaha girersin! Başka dediğimiz her şeye yediğimiz her halta alkış tutmayın! gerçekçi olmuyor! Yani kömüre beyaz-eşyaya yardıma işlere yerleştirmelere baktığınızdan! memleketi umursamıyorsunuz! geniş ve büyük düşünemiyorsunuz! yer yer alkışlayın da bizde burada rahat rahat ahkam keselim! Genç neslin akepe li olmaması akepe den uzak durması için bir neden daha türedi!
Bu aslında biraz şunada benziyor
''sen başbakansın - ister asar ister kesersin''
yazık memlekete yazık oluyor!
Dünyayı değiştiremeseler de ! bu değişim ve iyileşimler adına birer mum yakıyorlar; bülent efendi!

Gene Yaktılar Bizi

Belçika da 4 yurttaşımızın kaldığı evin alt katında yangın çıkar... Anne baba iki tanede bebecik vardır o evde...
Yurttaşlarımız canlarını kurtarabilmek için bebeklerini kucaklarına alıp binanın ikinci katından aşşağıya atlarlar; anne ölür baba ağır yaralı bebekler sapa sağlam... Demokrasinin adaletin hukukun hoşgörünün memleketi belçika.... Yıllar yılı bize için-için bazen göstere-göstere  zarar veren, teröre her türlü musibete kucak açan belçika...
Ne alaka şimdi?
Nazilermi yada belçikanın aşırı faşistlerimi yaktı? muhtemelen hayır! Peki neden bu yazı?
Koskoca paragrafta ''itfaiye'' kelimesi varmı?

Yok!
Yangın esnasında olması gereken itfaiye! 45 dakika sonra olan-olup biten-bittikten sonra geliyor... Yakmak için herzaman Türk düşmanı aşırı sağcılarmı olması gerek? Solingen olması için binaya bombamı atmak gerek? Keşke bomba atılsaydı! en azından buradan naziler yaktı derdik! Bugün katil belçika devleti olup çıktı... 
Şimdi memlekete baktığımda! Türk ve Türklük düşmanlarını epiy zamandır bu kadar güçlü görmemiştik! Şimdi yeniden memlekete bakın! belçikanın-belçikalının yaptığında aşırılık göremeyeceksiniz... Sormazlarmı adama arkadaş! senin memleketin Türk düşmanı! bizlermi seveceğiz sizleri???

Palau Adasına Gidecekler İçin

1543'te İspanyol denizci Ruy López de Villalobos'un ulaştığı Palau, üç yüzyıldan fazla süreyle İspanyol egemenliğinde kaldı.Palau adalar grubu Mariana ve Caroline adaları ile birlikte 1899'da Almanya'ya satıldı.
Japonlar 1914'te ele geçirdikleri Palau adalar grubunda madenciliği, plantasyon tarımını ve ticari balıkçılığı geliştirdiler.
II. Dünya Savaşı'nda Japonya'nın önemli bir deniz üssü olan adalar grubu 1944'te ABD kuvvetlerinin eline geçti.Palau 1947'de ABD denetiminde Birleşmiş Milletler Pasifik Adaları Vesayet Bölgesi'nin bir parçası oldu. Yapılan iki referandumun ardından (1979'da Palau'nun Mikronezya'ya katılması için yapılan referandum sonucunda dil ve kültür farklılıkları yüzünden hayır kararı çıktı.) 1981'de bir anayasa kabul edildi ve aynı yıl seçimler yapıldı.

1981'de iç işlerinde bağımsız bir cumhuriyet olan Palau 1982'de ABD ile Serbest Birlik Sözleşmesi imzaladı.Sözleşmeye göre ABD Palau'da askeri üsler bulundurma hakkına sahip olacak, karşılığında ülkenin güvenlik ve savunmasından sorumlu olacak ve mali yardımda bulunacaktı.
1982'den 1994'e kadar uzanan geçiş sürecinde adadaki küçük, ama güçlü bir azınlık adada sürekli ABD askeri gücü, özellikle nükleer güç bulundurulmasına karşı çıktı ve düzenlenen şiddet eylemlerinde 1985 ve 1988 yıllarında iki ada yöneticisi öldürüldü.1994'te yapılan halk oylmasında ABD ile yapılan Serbest Birlik Sözleşmesi'nin devamı şartıyla bağımsızlık kararı alındı.

palau adası nerede dir?
papua yeni gine nin kuzeyinde bir yerlerde olabileceği düşünülmektedir...

Vize Kalkmış, Haydiii barbadosa palau cumhuriyetine

Pasaportunuz var, güvenlik endişeniz yok, inanç özgürlüğü sizin için sorun değilse, iç-savaş katliamlar  binlerce yüzbinlerce insanın kollarının bacaklarının kafalarının kesilerek sonuç arandığı bazende çözüldüğü aşşağıdaki bazı ülkelere gidip orada turist-turist gezebilir eğlenebilirsiniz... Listedeki ülkelere gidecek olanlar! önce buraları haritadan bulsunlar, daha acımasızca! palau cumhuriyeti nerede? memlekette kızılırmağın nerede olduğunu bilmeyen toplum makau özel idaresine... Haydi çocuklar okula haydi çocuklar st. vincent grenadines.....
*
Antigua -Barbuda, Arjantin, Arnavutluk, Bahamalar, Barbados, Belize, Bolivya, Bosna-Hersek, Brezilya, Ekvador, El Salvador, Fas, Fiji, Filipinler, Guatemala, Güney Afrika Cumhuriyeti, Gürcistan, Haiti, Hırvatistan, Honduras, Hong Kong, İran, Jamaika, Japonya, Karadağ, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kolombiya, Kore Cumhuriyeti (Güney Kore), Kosova, Kosta Rika, Libya, Lübnan, Makau Özel İdare Bölgesi, Makedonya, Maldivler, Malezya, Mauritus, Nikaragua, Pakistan, Palau Cumhuriyeti, Paraguay, Rusya, St. Vincent-Grenadines, Singapur, Solomon Adaları, Sri Lanka, Suriye, Svaziland, Şili, Tanzanya, Tayland, Trinidad-Tobago, Tunus, Tuvalu, Uruguay, Ürdün, Venezuela, Vatikan, Katar, Kamerun, Yemen, Ukrayna

*
Not: Listede ki birkaç ülke paragraf başı yazımdan hariçtir... Zaten bunların bir kısmıda büyük-yüce akepe iktidarından da önce bu şekildeydi.

24 Aralık 2011 Cumartesi

Bölücülüğün Siyasi İkizleri akp ve bdp

“Artık dürüstlük ve siyasi namus gereği kabul etmek lazımdır ki; BDP’yle AKP arasında hiçbir fark kalmamış, bölücülüğün siyasi ikizleri bu vesileyle yüzeye çıkmıştır”
Mhp Başkanı Prof.Dr. Devlet Bahçeli 24.12.2011

40 tan Sonra İsmail Türüt


İsmail Türüt ile prettyman99

23 Aralık 2011 Cuma

Maraş Hadisesi

Bir tek cümle yazacağım, sadece bir tek cümle, bu cümlede noktadan sonra bihalt yazmayacağım; Türkiye nin karanlık günlerinden haftalarından aylarından yıllarından biridir maraş, maraşta ne olmuş? kim kime ne etmiş bunları aşağıdaki noktadan sonraki fotoğrafta olan bitene siz karar vereceksiniz.



Fransa Hakkında

Şimdi bu fransa vilayetinin valisi sarkozi denen it leşinin siyasi çetesinin son icadı olan sözde bilmemne tasarısı geçti... Artık inkar suç! Aha ben buradan inkar ediyorum bilmem neleri gebertmedik ! kendileri geberdiler! suçumuz yok! pis ecelleri ile geberdiler!

Sikimizden aşağı kasımpaşa mı desek ! şanzelizemi desek paris meydanları mı desek ne desek tam çıkaramadım...

Büyük elçimizi bürokratlarımızı geri çekmeyelim ! a b c d .... ö ş Ğ gibi planlar ile yalan konuşmayalım!

Recep  efendinin babasına sorsun yazısını da okumayı ihmal etmeyelim! Gayet yerinde cevaptır... Bu arada baba açıklamayı yapmış marsilya yı geçmedim diye ! atı alan üsküdarı geçmiş o tarihte ! binlerce onbinlerce cezayirli katledilmiş...

22 Aralık 2011 Perşembe

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele


“Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü”nde biz erkekler olarak:
                Kadına yönelik her türlü şiddetin;
Acı ve ızdırap veren, yaşam hakkını tehdit eden,  temel bir insan hakkı ihlali olduğuna,              
Toplumu derinden yaralayıp zayıflattığına, aile birliğini zedeleyip, anne ve çocuk sağlığını bozan son derece önemli bir halk sağlığı sorunu olduğuna,

Kadına yönelik şiddetin katı töre, gelenek gibi hiçbir gerekçe ile asla meşrulaştırılamayacağına,
İnanıyoruz.
Hayat arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, annemiz, geleceğimizi emanet ettiğimiz evlatlarımız, kadınlar, bu toplumun yarısını oluşturan erkeklerle aynı haklara sahip bireylerdir.
Bu nedenle;
                Kadına yönelik şiddete ortak olmayacağız, seyirci kalmayacağız…
                Kadına yönelik şiddete son vermek için el ele verelim…
                Kadına Karşı Şiddetle Mücadelede, erkekler olarak üzerimize düşen görevi yapmak üzere
KARARLIYIZ,  BİZ DE VARIZ…
----
Gidin altına sizde imzanızı atın !

Pragmatik

Son dönemde üzülmeden utanmadan sıkılmadan itiraf etmem gerekirse! gerçekten Aziz Nesin ve Uğur Mumcu nun etkisinde kaldım! Bu iki çok değerli edebiyat önderinin sosyal yaşamdaki kendilerince üstlendikleri görevleri ve savaşımları da beni kısıtlı hayatçığımda etkilemekte, fikirlerimin oturmasını sağlamakta.... Aslında fikirlerimin değişkenliği söz konusu bile değil, asıl mesele çok dağınık siyasi görüşteki insanlarla beraber olmam da ve onlarla çok yakın ilişkiler içine girebilmem de...
Şöyleki kendi çapımda islami-komünüst :) - faşist vb. çeşitli görüşleri anlaya biliyorum... Bu görüşlerdeki ütopyaları sezebiliyor hatta pragmatik çıkarımlarda sağlayabiliyorum... Fikir sahipleri ile gerçek manada kırıcı dökücü sorunlar yaşamıyorum... Bunda bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Yaniiii aziz nesin yada uğur mumcu yada ahmet taner kışlalı okuyup bundan iyi yönde fakat çıkarcı olmayacak şekilde yararlar elde etmeye çalışmak suçlu olma durumunu ortaya çıkarıyorsa;

Evet ben suçluyum...

Şuan 30 yaşımda olmamın fikirlerimin değişkenliği ile ilgisi yok! Koskoca recep bile değiştiğini 50 sinde söyledi... Daha yirmi senem var. 

Düzenlenecek Yazıdır.

Aziz Nesin - Boşuna Şiir

Sen yoksun.........
Boşuna yağıyor yağmur...
Birlikte ıslanmayacağız ki.....
Boşuna bu nehir......
Çırpınıp pırpırlanması.....
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki...
Uzar uzar gider..
Boşuna yorulur yollar..
Birlikte yürüyemiyeceğiz ki..
Özlemlerde ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız..
Birlikte ağlayamayacağız ki
Seviyorum seni boşuna..
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı bölüşemiyeceğiz ki ...

Beni azçok tanıyanlar bilir, şiir den hiç ama hiç haz etmem, edemedim de... Hatta çok iyi hatırlarım! Bundan yıllar önce arkadaşımın şiir kitabını tüm zorlamalara rağmen bitirememiştim. En acısı ise şiir siz insan olmaz, şunu okuyup anlayım diye nekadar kendimi yorsam da bu şiir olayından pek haz alamadım... Fakat can yücel Bağlanmayacaksın ve aziz nesin in sen yoksun şiirleri başkadır!

AZİZ NESİN - HIRSIZLIK VE ZİMMET SUÇLAMASI

İlgili Savunma Metninin tamamının okunması incelenmesi gerekli, isimler tarihler internet üzerinden bakılıp kontrol edildiğinde mevzu tam olarak anlaşılabilinir! Fakat Aziz Nesin e hakaret eden başı bozukların bu savunmayı gerçekten okumaları gerekli!
HIRSIZLIK VE ZİMMET SUÇLAMASI:
Ellibir yıl önce işlenmiş ve üzerinden dört kez genel af geçmiş bir olayı yeniden söz konusu etmek genel af kavramının anlamını bilmemek demektir.
Kararda “bir toplantı yada gösteri nedeniyle çok değişik bir harekette bulunan kişinin kamunun dikkatlerini çekeceği doğaldır. Eğer kişi, toplumun yakından ilgilendiği biri ise dikkatler daha da yoğunlaşacaktır. O zaman, ilgi ve merak onun bilinmeyen yanlarına da yönelir. Öyle ki geçmişi güncelleşir ve biyografisi, olay dolayısıyla yayınlanır duruma gelir. Kişi, yaptığı çıkışla geçmişinin sergilenmesine böylece rıza göstermeş hale girer; çünkü, istiyerek yaptığı çıkışla yaşamının ortaya dökülmesini dilemiş olur.”

Bana hakaret etmeyi alışkanlık haline getiren ve hakaretleri yukarda ancak bir bölümünü sırayabildiğim yalanlarına dayanan bu adamın en ağır hakareti benim hırsız ve zimmetçi olduğumdur. Varsayalım ki ben, gerçekten hırsız ve zimmetçiyim. 51 yıl önce işlenmiş böyle bir suçun ve tümen Askeri Mahkemesinin bu suçtan aleyhime karar verilmiş bir kararı var. Bir yalancının idddialarına uyarak onu, yani davalayı aklayıp davacı olan beni tarih ve toplum önünde mahkûm eden en yüce adalet mercii 4. Hukuk Dairesinin beşte üç üyeleri, nasıl ve nereden öğrenmişlerdir benim hırsızlığımı zimmetçiliğimi? Ellerinde, bana hakareti alışkanlık yapan adamın dilekçesindeki Peyami Safa’ nın bir yazısından başka bir resmi belge var mı?
Herşey biyana, söz konusu, aleyhimdeki yargılama ve mahkeme kararının verişinin üstünden 51 yıl geçmiştir. Bu 51 yılda, bildiğime göre, 3 yada 4 kez genel af ilan edilmiştir. 51 yıl önce bir fiili, tazminat ödemekten kurtulmak için kanıt olarak göstermek genel af kavramının anlamını bilmemek demektir. Diyelim, avukat da olan davalı genel af kavramını bilmiyor, ama bir Yargıtay Dairesinin bunu bilmemesi yada bilmezden gelmesi düşünülemez. Ne var ki, bu düşünülemeyecek şey olmuştur.
Sizler, deneyimli birer Yargıç olarak, zimmet ve hırsızlık suçlarına üç ay on gün hapis gibi çok hafif bir ceza verildiğini hiç duydunuz mu?
Hakaret eden adamı bana tazminat ödemekten aklayarak kurtaran, beni de hem de davacıyken toplum önünde ve tarih gözünde suçlayan beşte üç oranındaki kararından sonra, Yargıtay bana önüne gelen herkesin hırsız ve zimmetçi diye hakaret etmesine de izin vermiş bulunmaktadır. Bundan sonra hırsız ve zimmetçi diyenleri, bana harekete Yargıtayca izinli oldukları için mahkemeye de veremeyeceğim. Yani hakkımı aramak için adalete de sığınamayacağım. Yanılıp mahkemede hakkımı aramaya kalsam Yargıtayımızın kapı gibi kararını önüme dayacaklardır. Böyle bir kararı veren bayan ve bay yargıçlar hiç kuşkusuz vicdanınızın sesi olan bu karardan sonra öğrenmek istiyorum: Bu ne biçim hukuktur, nasıl adalettir.
Benim zimmetçilik ve hırsızlıkla suçlanmama, hem de elinizde bir belge olmadan katıldığınıza göre, benim sözümü kesmeden dinlemek zorundasınız; Eğer Türkiye’ de de adalet varsa. Zamanınızı almış olsam da savunmamı yapmak zorundayım. Bilindiği gibi, beni devlet biçok kez mahkemeye verdi, o davalarda savunma biçiminde olsa bile bunlar gerçekten savunmadan çok daha başka bişeydi. Yaşamımda ilk gerçek savunma, bu dilekçemin bu bölümüdür.
Evet, 51 yıl önce 23. Tümen’ in İstikham Bölük Komutan Vekili iken, tümenin askeri mahkemesine verildim. Suçum, düşmanlarımın yazdığı ve yazdıkları gibi, salt zimmet ve hırsızlık değil, bir de görev ve yetkimi (vazife ve selahiyetimi) kötüye kullanmaktı.
Görev ve yetkimi kötüye kullanmam, er ve subaylara izninin kesinlikle yasak olduğunu savaş yılları içinde bölümümde iki ere, görev ve yetkimi aşarak izin vermiş olmamdı. Zimmet suçum ise, o iki eri yetki ve görevimi aşarak, (gayr-ı resmi) izinli göndermiş olduğum için, o iki eri günlük yoklamadan düşemiyordum. Böylece iki erin istihkakı olan iki tayınla, her gün bölük kazanında pişen yemeklerini ben yemiş yada satmış yada herhangi bir biçimde kendi yararıma kullanmış oluyordum, İşte bu suç erlerin istihkakını zimmete geçirmek oluyordu. Ve ben o iki erin izinde olduğu günlerde onları bölüğün günlük yoklamasında izinli diye gösteremediğim için, onların tayınını ve yemeklerini ben almış oluyordum, yani zimmetçiydim.
Hırsızlığım ise iki küçük keçi yavrusunu, bütün 23. Tümen yaya olarak taa Safranbolu’dan Davutpaşa sırtlarına dek yürüyerek gelirken, yürüyüş sırasında öğle yemeği için Sapanca’da mola verdiğimizde, o iki keçi yavrusunu takım komutanları olan subaylara ve assubaya sattırıp parasıyla aldığım kirazı öğle yemeğinden sonra bölüğümün erlerine verdirmemdi.
Düşmanlarım bu keçi hırsızlığımı yazıp durdular. Bunlar, orduda istihkam bölüğünde keçi ne arar diye düşünmedilar. En düşünenleri, sen levazım subayı mıydın, diye sordu.
İşte görev ve yetkiyi kötüye kullanmak, işte zimmetçilik, işte hırsızlık.
Ben bu suçları işlemedim, demiyorum. Mahkemede de işlemedim, demedim. Bütün suçlamaları kabul ettim ve 3 ay 10 gün hapisle, ordudan ihraç cezasına çarptırıldım, kendimi hiç savunmadım.
Niçin bu yüz kızartıcı suçları kabul ettim? Çünkü utandım, hala da utanıyorum. İşte utandığım için, bu güne dek hırsızlığımı, zimmetçiliğimi yazanlara da yanıt veremedim. Yargıtay’ın beni tarih ve toplum önünde mahkûm eden kararı, beni bu konuda gerçekleri ilk kez yazmaya zorladı.
Niçin 23. Tümen askeri mahkemesinde yüklenen bütün suçları kabul ettim ve niçin böyle bir cezayı almış olmaktan utanıyorum? İki keçi yavrusunu satarak hırsızlık yaptığım, izinli iki erin tayınını alarak zimmetçilik yaptığım, görev ve yetkimi kötüye kullanarak iki ere izin verdiğim için utanmıyorum. Bana utandırıcı gelen, benim onurumu kıran bu suçları işlemiş olmam değil, bu suçlarla suçlanmış olmamdı. Bana utanç verici gelen “Ben hırsız değilim, ben zimmetçi değilim.” diye kendimi savunmaktı. Bana ağır gelen bu yüz kızartıcı suçlarla suçlanmamdı. Beni, görev ve yetkimi kötüye kullanıyorum, izinli iki erin tayınlarını çalıyorum, iki keçi yavrusunu sattırıp parasını cebime atıyorum diye ihbar edenler, kendilerine izin verdiğim o iki erimdi.
Madem ki bu yüzkızartıcı suçlarla suçlanıyordum, üstelik bu suçların çok daha ağırlarının çokça işlendiği bir ortamda, o zaman kendimi, ben hırsız değilim diye savunmak onursuzluğuna düşmektense, madem ki beni suçluyorlar, benim de suçu kabullenmem daha onurlu olacaktı ve öyle de yaptım. Çünkü benim için, hırsız diye sanık olmak bile yeterince onursuzluktur. Böyle bir onur sorununu, bana hakaret eden adamın anlayabileceğini hiç sanmıyorum.
Şunu açıkça ifade edeyim ki, bu suçlanmamın günün birinde MİT eliyle Peyami Safa’ya iletileceğini, onun da bu konuyu basındaki tartışmamız sırasında Milliyet Gazetesinde yayımlayacağını ve Peyami Safa’dan sonra onun ardıllarının ağızlarına sakız edeceklerini ve 51 yıl sonra bugün bile karşıma çıkacağını ve ne yazık ki Yargıtay’ında beni toplum ve tarih önünde aşağılamasına neden olacağını o zaman düşünebilseydim, elbette mahkemede kendimi savunur ve hiç kuşkusuz aklanırdım.
Bana zor ve ağır gelen, suçtan çok suçlanmaktı. Kendimi savunabilir ve aklanabilirdim. Çünkü takım subayım Halil Tufan (soyadını unuttum) ve biri sonradan yargıtay üyesi olan iki yedek subayın ve değerli bir asker olan assubay Hasan Başçavuş, kendilerini tanık göstermem için yalvarıyorlardı. Benim emrimle, ama keçi yavrularını kendileri satıp erlere kiraz aldıklarını, yasağa karşın izinli gönderdiğim ve bu yüzden yoklamadan düşüremediğim iki erin hiçbir zaman tayınlarıyla ilgilenmediğimi tanık olarak mahkemede söylemek istiyorlardı. Ama yasak emrine karşın iki ere izin verdiğim, yani görev ve yetkimi kötüye kullandığım yadsınamaz bir gerçekti ve izinli gönderdiğim bu iki erin şikayetiyle mahkemeye verilmiş bulunuyordum.
Peyami Safa’ya benim aleyhime olan mahkeme kararını MİT’in verdiğini biliyorum. O tarihte MİT’in önemli işlerinden biri de iktidara muhalif gazete yazarları için gizli yaşamlarını, yaşamlarının gizli yanlarını, yalanlarla donatıp fotoğraflarla basılı metinlerle yaymaktı. Örneğin ünlü bir gazeteci yazarın -bir suçmuş gibi- anasının Ermeni olduğu, başka birinin bir kadın çantasını çaldığı, birinin de evlilik dışı bir kadınla ilişkisi olduğu gibi.....
Niçin ordu buyruğunu dinlemeyip kesin yasağa karşın, görev ve yetkimi kötüye kullanarak iki ere izin vermiş olduğum, toplum gözünde ve tarih önünde yargıtay kararıyla mahkûmiyetime neden olan konunun anlaşılabilmesi için çok önemlidir.
1941 yılında 26 yaşında 3 yıllık bir genç subayken, Kars Müstahkem Mevkii’ne bağlı istikham taburunun iki bölüğünden birinin bölük komutan vekiliydim. Her sabah bölüğümü talime çıkarırken, benim bölüğüme gelişimden öncelerinden??? beri alışık oldukları için 20-30 kadar köpek de bölüğün ardına takılır, talim yerine gelirdi. Mola verdiğimizde erler, köpeklerle oynaşırdı. Doğrusu görünüm güzel değildi ama, hayvanlara aşırı sevgim yüzünden olayı görmezden geliyordum. Ayrıca köpeklerin bölüğün ardına takılıp gelmemeleri için erlerin köpekleri kovmaya çalışmaları, köpeklerin gelmelerinden daha güzel olmayacaktı.
Öbür bölüğün komutanı, bizden bir sınıf sonra olan Fahamettin adlı bir teğmendi. Fahamettin bölüğünü talime çıkarırken köpekler onun bölüğünün arkasından gitmiyordu. Niçin onun bölüğünün ardından gitmiyorlardı da, bizim bölüğün ardına takılıyorlardı? Önceleri bunu, bizim bölük erlerinin hayvan sevgisi olarak yorumlamıştım. Fahamettin’ e bunun nedenini sorduğumda, benim bilmeyişime çok şaştı. Benim bölüğümün erlerinin köpeklerle cinsel ilşkide bulunduklarını bunun için de köpeklere arttırdıkları tayınlardan verdiklerdiklerini, kendi erlerine köpeklere yiyecek vermeyi yasakladığını, bu yüzden köpeklerin bizim bölüğün ardından geldiğini onun bölüğünün ardından gelmediğni söyledi ve şunu ekledi: “Burada eşek de olmadığına göre, ne yapabirler...”
Fahamettin’in bu konuda başka söylediklerini açıklamak istemiyorum. Cinsel konuda duyduklarıma göre, özellikle kimi kırsal bölge insanlarımızın eşekle cinsel ilişkide bulunduklarını biliyordum. Hatta bir Zürih Mahkemesi, oradaki bir Türk’ün eşekle bir cinsel ilişkideyken suçüstü yakalanması üzerine bu ilişkinin Türklerde ulusal bir gelenek olduğuna karar vermiştir. Bu belgeyi aşağıda sunuyorum. Gerekli görülüyorsa okurum.
Yine İsviçre’de geçti bu olay. Bu en dehşet vericisi. Dehşet verici ama hiç de yabancı değil bizlere. Zürih Hayvanat Bahçesi’nde, gece yarısından sonraki saatlerde bahçenin duvarından bir gölgenin atladığını nöbetçilerden biri görüyor. Hayvanlardan hangisini çalacağını kollamak için hırsızın ardına düşüyor. Hırsız bahçedeki eşeklerin bulunduğu bölüme giriyor. Bir dişi eşeğin arkasına geçerek düğmelerini çözdüğü pantalonunu sıyırıyor. Gece bekçisinin şaşkınlıktan faltaşı gibi açılmış gözleri önünde eşekle cinsel ilişkiye geçiyor. Yakalanıp ertesi gün mahkemeye çıkarılıyor. “Eşek beceren Türk” haberi günlerce İsviçre gazetelerinin başkonusu.
Asıl ilginç olanı, eşek beceren Türk’ ün yargılanması. Adam, İsviçre yargıcının huzurunda kendisini şöyle savunuyor:
– Efendim, bizde usuldür, bizim ülkemizde köylü yerlerde bu bir gelenektir. Bizde bu işi her erkek yapar.
Yargıcın verdiği karar daha da ilginç:
“Ulusal gelenekleri gereği eşekle ilişkide bulunan sanığın aklanmasına karar verildi.”
Bundan da ilginci var. Kimi Türkler bu yargıcı Türk düşmanı olarak ilan ediyorlar. Bilmem ki siz ne dersiniz?

O savaşta, cephedeki Amerikan askerleri, daha çoğu kadın olan sinema yıldızları, şarkıcılar, tiyatro ve müzikal oyuncuları aracılığıyla moral kazanıyor, herhangi bir biçimde doyuma ulaşıyordu. 2.Dünya savaşı olduğu için iki-üç yıl hatta daha da uzun süre, hem de izinler yasak olduğu için hiç izine gitmeden yaptıkları – vatani vazife- bilinen askerlik hizmetinde 20-25 yaş arasında bulunan delikanlı erler – Asker yorulmaz, asker uyumaz, asker üşümez, asker acıkmaz ve askerin cinsel istekleri de olmayan bir yaratık, bir savaş robotu olarak– görülüyordu. Erlerin, hem de komutanların izniyle “Askerlere ucuz biletli” porno filmlerini dahaca Amerikalılardan öğrenmemiştik. İşte o günlerde, uzun boylu, iri yapılı bir er izin için bana başvurdu. Söylediğine göre, iki yıllık asker olan bu er bir yakın köydendi ve en çok iki gün iki gecede köyüne gidip gelebilirdi. Askere gelmeden kısa bisüre önce evlenmiş olan bu er, aldığı bir mektuptan karısının kaçırılmış olduğunu öğrenmişti. Köyüne gidip karısını alacak, kendi akrabalarının evine bırakarak hemen dönecekti. Ben bölük komutanı olarak izin vermeye yetkili değildim. Savaş zamanı olmasa ancak tabur komutanı izin verebilirdi. Buna karşın, hem de yetkim yokken, erin cinsel gereksinimini de göz önünde tutarak dört gün içinde dönmesi ve bu riski göze aldığım için, bir namus cinayeti işlememesi koşuluyla, pek çok yalvaran bu eri dört gün için izne gönderdim. Er gitti, ama 15 gün izinden dönmeyince beni erin köyünün yolu üzerindeki Kurtboğan Boğazı denilen yerde tipiden boğularak ölmüş olması korkusu sardı. Denildiğine göre Kurtboğan Boğazı’nda her yıl bikaç kişi tipiden ölür ve köylüler böyle bir ölüm olmazsa o yılın bereketli geçmeyeceğine inanırlarmış. Kıştı. Amansız 1941 kışı. Isı, eksi 38.
Bir erle bir onbaşıyı erden haber getirmeleri için erin köyüne yolladım. Er, benim kendisine yazılı izin kağıdı verdiğimi – yani benim suçlu olduğumu anlatıyor– şimdilik kışlaya dönmeyeceğini söylüyor. Bir haber daha getirdiler. O erin karısını kaçırdıkları yalanmış. Askere gelirken, karısını askerlik süresi için bir başka erkeğe kiralamış. Karısını alan kirayı iki taksitte ödeyecekmiş. İlk taksidi peşin vermiş. Aradan iki yıl geçtiği halde ikinci taksidi ödemeyince, parasını almaya köyüne gitmiş. Karısının kirasını almadan dönmeyecekmiş.
Sonunda döndü.
Bu olaydan bisüre sonra 23.Tümenin bağımsız (müstakil) istihkâm bölüm komutanlığına atandım. İki yedek subayım, Halil Tufan adlı bir muvazzaf teğmenim ve çok değerli bir de assubayım vardı. Bölüğü teslim aldığım Doktor lakabıyla anılan sonradan general olan OYAK’ ın başına geçen Yüzbaşı Kemal, bölük yazıcısına izine göndereceğine değgin söz verdiğini, ama sözünü tutmaya zaman kalmadan başka birliğe atandığını söyledi.
Bağımsız bölük komutanı olduğuma göre izin verme yetkim vardı. Ama savaş sürüyor ve kesin izin yasağı da sürüyordu. Yüzbayı Kemal’e izinler yasak olduğundan bölük yazıcısını izine gönderemeyeceğimi söyleyince “Canım, idare edersin!” demişti.
Kars’ta başıma gelen o tatsız olaydan sonra ne bölük yazıcısına, ne başkasına izin vermek niyetindeydim. Bölük yazıcısı İzmirli Ali Rıza adında bir erdi. El yazısı çok güzeldi. Askere geldiğinden beri hiç talime çıkarılmamıştı. Hatta acemi er talimine bile çıkmamıştı. Elli yaşında hatta daha yaşlı göründüğü ve yazısı da güzel olduğu için hiç talime çıkarılmayıp, yazıcı yapılmış olmalıydı. Askerlik için yaş haddini doldurmamış olmalıydı ki askere alınmıştı. Olduğundan yaşlı görünmesinin nedeni, memleketi İzmir’de bir adamı bıçaklayarak öldürdükten sonra uzun yıllar hapis yatmış ve hapisteki son yıllarını bir günü üç gün sayılan Zonguldak kömür madenlerinde çalışarak geçirmişti. Görünüşüne göre halim selim denilen yumuşak, hatta sevimli bir adamdı.
Evim, kışlanın karşısındaydı. Hemen her gün ya kışlada ya evime gelerek izin vermem için yalvarırdı. Doğrusu içimden ona izin vermeyi çok istiyordum ama Kars’taki olaydan ders aldığım için İzmirli Ali Rıza’nın isteğini hep geri çeviriyordum.
Kesinlikle övünmek için değil, ama gerçeği belirtmek için söylemek zorundayım ki, uyku ve yemek saatleri dışındaki bütün zamanım gerçekten çok sevdiğim erlerimle geçiyordu. Erlere gelen mektupları açar ve hepsini okurdum. Bu mektupları okumamın yararlı olduğu da söylenebilir. Gerek kışlada ve yatılı okullarda, gerek cezaevinde yetkililerin, erlerin yada hükümlülerin yada öğrencilerin mektuplarını okumanın insan haklarına aykırı olduğunu o tarihte dahaca düşünemiyordum.
Bigün er mektuplarını okurken Ali Rıza’ya eşinin yazmış olduğu mektubu da okudum. Zarfın içinden kahverengi karta basılmış -o zamanlar dahaca renkli fotoğraf yoktu- bir çocuk resmi çıktı. Birbuçuk, iki yaşlarında güzeller güzeli bir kız çocuğu. Fotoğrafın arkasında, aşağıyukarı şu anlamda yazılmış bir yazı:
“Canım babacığım, ben şu yaşıma bastım. Sen beni hala görmedin bile, ben de seni görmedim, filan gibi çok acıklı bişeyler yazılı... Çocuklara anlatılamaz za’fım var. Sonradan düşünüyorum da, sonraki olaylara bakarak, belki de benim çocuklara düşkünlüğümü anlayan İzmirli Ali Rıza, o acıklı mektup seneryosunu kendisi hazırlamıştır diyorum.
Ali Rıza’yı çağırıp mektubunu verdim.
-Sen kaç gün izin istiyorsun? diye sordum.
-Bir haftada gider gelirim komutanım.
Sana iki hafta izin.
“23.Tümen İstihkam Bölüğü” başlıklı kağıda Ali Rıza’ya yazı makinesinde şu tarihten şu tarihe dek izinli olduğunu bildiren yazıyı yazdırıp, altına resmi mühür basıp imzaladım.
Bir kel Çavuş vardı. Ali Rıza’nın gidişinin ertesi günü o da gelip,
Komutanım ben de izin istiyorum... dedi.
Bu açıkça bir şantajdı. Sana izin vermiyorum demek yiğitliğini gösteremezdim. Hiç de bana yakışmayan biçimde ona izin kağıdı düzenleyip verdim. Kaç günlük izin verdiğimi anımsamıyorum, ama iki haftalık olduğunu kestiriyorum.
Ali Rıza’nın dönüşünü beklerken bir ay kadar sonra ondan aşağıyukarı şu anlamda bir mektup aldım:
“Komutanım,
Sen bana insanlık gösterdin, ama ben buna layık olamadım. İzmir’de dolaşırken eski hasımlarımla karşılaştım. Onlardan birini yaralamak zorunda kaldım. Şimdi Cezaevindeyim.”
Zarfın üstünde Cezaevinin, bir de “görülmüştür” damgası vardı.
Kel Çavuş bir yada birbuçuk ay sonra kendiliğinden çıkageldi. Nasıl geldiğini, cezaevinden nasıl çıktığını bilmiyorum. Onunla hiç konuşmadım, bişey de sormadım. Salt takım subaylarına, bundan böyle onun yazıcılık yapmayacağını, talime çıkacağını söyledim.
Bu olaydan bikaç gün sonra, bütün 23.Tümen safranbolu’dan İstanbul’a yay olarak gitmek emrini aldı. Yola çıkmadan bigün önce İzmir’li Ali Rıza uyuz oldu. Uyuz bulaşıcı olduğundan Ali Rıza’yı yürüyüş sırasında erlerden ayırdım ve onu ayrı bir çadırda yatırdım. Bir gün daha sonra Kel Çavuş da uyuz oldu. Daha ertesi gün bölüğün aşçılığını yapan bir er uyuz oldu. Bu aşçı İstanbul’lu bir külhanbeydi ve ikinci kez yedek olarak yapmak üzere askere alınmıştı.
Aynı yürüyüş kolunda olduğumuz piyade alayında uyuz olduğunu biliyordum. Ama benim bölüğümde, çok titizce özendiğim için uyuz çıkması şaşırtıcıydı.
Herşeyi sonradan öğrendim. Olanlar, yıllarca Cezaevinde yatan ve hapishaneciliği çok iyi öğrenmiş olan İzmir’li Ali Rıza’nın başının altından çıkıyordu. Bizim üç uyuz er, piyade alayındaki uyuzlara para vererek uyuz mikrobu almışlardı. Uyuz el kol derisinin, bir uyuza sürtünmesiyle kolayca ve hemen bulaşıyordu. Ali Rıza kendisini ancak birkaç gün talime çıkardığım için bana kızgındı, düşmanım kesilmişti. Kel Çavuş da ifadesini aldırmak istediğim için düşmanım olmuştu. İstanbul’lu aşçının neden bana düşman olduğunu bilemiyorum. Üç uyuz kafadar, yol boyunca gece gündüz bir ayrı çadırda kalarak benim aleyhimde komplo hazırlamışlar. Davutpaşa sırtlarında ordugaha geçtiğimiz gün, daha önce yazdığım suçlarımdan dolayı, beni, hem de burda yazılması gereksiz olan nedenlerden dolayı beni hiç sevmeyen tümen komutanı Tuğbay Behzat Bey’e şikayet ediyorlar.
Olay işte budur.
“Bir toplantı ve gösteri nedeniyle çok değişik bir harekette bulunan kişi... yaptığı çıkışla geçmişinin sergilenmesini böylece rıza göstermiş hale girer.” Sözlerine dayanarak, benim geçmişimi irdelemenin, hem bana hakaret etmeyi huy edinmiş olan adamın dilekçesinde, hem bu isteğe aynen uyan yargıtay kararında hem de yargıtay kararını benimseyen Asliye Hukuk mahkemesi kararında gerekliliği vurgulanmaktadır.
Bu görüşe katılmıyorum. Ancak geçmişimle her zaman övündüm. Ama bu üç aynı düşünceye göre benim geçmişim salt 51 yıl önce işlediğim söylenen ve üzerinden 4 kez genel af geçmiş bulunan bir edim midir?
Ben mi size bütün geçmişimi sayıp dökeyim. 51 yıl önceki bir olayı 80 yıllık yaşamımdan cımbızla çekip çıkarmak söz konusu bu üç kaynağın esas olarak adalette bulunması gereken yansızlığa ve nesnelliğe aykırı olduğu çok açık biçimde görülür. Eğer uzak geçmişim aranıp taranmak isteniyorsa bu üç kaynağı da benim askerlik sicilimi getirtip incelemelerini salık veririm.
Ortaokul 2.sınıfında girdiğim askeri okulda bütün sınıfları birincilikle geçip, seçkin bir subay olduğumu ve askerlik yaşamımda aldığım ödüllerin -o kısa zaman gözönüne alınırsa- yazarlık yaşamımda aldığım ödüllerden pek de az olmadığı görülecektir.
Arkadaşlarım, komutanlarım, öğretmenlerim hep birlikte beni geleceğin önemli bir askeri olarak görmekteydiler.
Hakaret etmeyi bir alışkanlık ve bir huy haline getirmiş olan bu adam, salt bana değil, ilk davada kendisini hakaret suçundan tazminat ödemeye mahkûm ettiği için, Ankara 17.Asliye Hukuk mahkemesi Yargıcına da “davanın tarafsız bir mahkemede görülmek üzere...” diyerek ona da, bir adalet merciine de hakaret ediyor. Bize iltimas edeceğini düşünerek, davayı İstanbul mahkemelerinde açmamız gerekirken özellikle Ankara’da 17.Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığımızı -ima değil- açıkça söyleyerek, 17.Asliye Hukuk Mahkemesi yargıcına da hakaret ediyor. Çok ilginç olan, hem 17.Asliye Hukuk yargıcı hem de 4.Hukuk Dairesi’nin bu hakareti görmezden gelmiş olmasıdır.
Nasıl sizleri bugüne dek görmemiş ve tanımamışsam, Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesi Yargıcınıda hiç görmedim ve tanımam. Davanın Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüşü, benim hiç ilgim olmadan, avukatımın usülüne uygun olarak davayı Ankara’da açmış olmasından başka bir nedene dayanmaz. Bizi kendisi gibi sanan bu adama mahkeme beğendirmemiz gerekmez. Kaldı ki Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesi 20.000.000.TL. tazminat istememizi 10.000.000.TL.’na indirdiği ilk kararında “beni topluma kazandırmak” gibi, son kertede abes ve anlamsız ve de değersiz bir hükümle beni tarih ve toplum önünde bikez daha aşağılamıştır.
Bayan ve Baylar! Topluma kazandırmak istenilen insan kimdir? Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesi Yargıcı, bunu hiç mi düşünmedi? Sokak serserisi olmuş bir küçük çocuğu mu topluma kazandıracaktı? Kendimi övmeyi hiç sevmem ve bunu hiç yapmadım. Ama bugün beni, yine de büyük bir alçakgönüllülükle bunu yapmak zorunda bırakıldım. Bayan ve baylar, bugün topluma kazandırılmak istenilen insan tam seksen yaşındadır ve kitaplaştıracağı bu dava ile birlikte 109 kitabın sahibidir ve kitapları 34 yabancı dile çevrilmiştir ve oyunları 3 yabancı tiyatroda sahnelenmiştir ve YÖK üniversitelerinin her cumhurbaşkanına ve her başbakana sunmayı ödevi ve görevi saydığı ödül ve armağanlar değil, gerçek anlamıyla ödül olan otuzdan çok ulusal ve bu sayıdan daha da çok uluslararası ödülün sahibidir. Ve bu ödüllerin değerini insanların hayal etmesi bile olanaksızdır. Ve bu ödüller bana hakaret eden adamın iddia ettiği gibi, salt eski sosyalist ülkelerden değil, en sonuncuları, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İsveç, Fransa olmak üzeree batılı ülkelerden verilmiştir. Bütün bunları bana hakaret eden adam, bilmeyebilir yada inatla bilmezden gelebilir. Ama Ankara 17.Asliye Hukuk Mahkemesi Yargıcının bilmemesi, kendi ulusal kültürüne ne denli uzak ve yabancı olduğunu gösterir. Ülkem ve halkım adına esef eder ve derin üzüntülerimi iletirim. Bilesiniz ve bilmelisiniz ki bu ödüller her cumhurbaşkanının -hatta Kenan Evren diye birinin bile- ve her başbakanın aldığı YÖK üniversitelerinden dağıtılan cüppe ve nişanlar gibi kolayca elde edilen ödüllerden değildir. Bana Türklük ve insanlık dersi vermeye çalışanların önce kitaplarımı okuyup Türklük ve İNSANLIĞIN ne olduğunu, eğer anlayabilirlerse, öğrenmeleri gerekir
Beni topluma kazandırmak isteyen büyük iyilik severler kim olurlarsa olsunlar, hangi yüce makamda bulunurlarsa bulunsunlar, iyilik sandıkları bu iz’an ve akıl dışılığı yüzlerine çarparak geri çeviriyorum, umarsız kalmış ve haksızlığa uğramış insanların başvuracağı son yer, hekimlerin eliyle hakimlerin vicdanıdır. Bu umut da dağın ardında kalır, adalet gerçekleşmezse, işte bugünkü Türkiye’nin durumu ortaya çıkar.
4.Hukuk Dairesi’nin beşte üç oranındaki üyeleri olan Bayan ve Baylar! Ben davacıyken beni davalı yerine koyup ve bir yalancının sözlerine uyup beni toplum önünde, tarih önünde mahkûm ettiniz. Ben sizden adalet beklemiyorum. Çünkü böyle bir umudum yok.
İşte söyleyeceklerimi söyledim. Beni bu sözlerimle, verdiğiniz eski mahkûmiyet kararından daha ağır bir mahkûmiyete gönül ve vicdanlarınızın rahatlığıyla mahkûm edebilirsiniz.
Buyrun sayın bayan ve baylar!
Boynum kıldan ince, kararınızı bekliyorum.
Acaba verdiğinizden daha ağır bir mahkûmiyet kararı vermeye gücünüz yetecek mi? Hiç sanmıyorum.

AZİZ NESİN

Metnin Tamamını Okumak için Tıklayın <<< AZİZ NESİN VAKFI >>>

Türkiyedeki 4 Ana Ordu

1. Ordu = Komutanlık İstanbul Selimiye Kışlasında olup; Trakya İstanbul ve Boğazlar Bölgesinden Sorumludur.
2. Ordu = Komutanlık Malatya dadır. Görevi Anadoluyu iran ırak ve suriye den korumaktır.
3. Ordu = Komutanlık Erzincan dadır. Görevi ermenistan ve gürcistan sınırlarını korumaktır. Kuruluş mantığı ve uygulama esasları geçmişte olası rus işgali yada saldırılarından yurdumuzu korumak olarakta ifade edilebilinir.
4. Ordu = Komutanlık İzmir dedir. Görevi Anadoluyu yunan tehdidinden korumaktır. Ayrıca nato ülkelerinin birbirleriyle savaşmaları kağıt üzerinde kabul edilemez olduğundan, 1967 senesinden sonraki dönemde! Ege Ordusu olarak kurulmuştur. Nato ya bağlı olmayan statüsü ile dünyada eşi-benzeri olamayan bir ordudur.
Fotoğraf: Merhum Em. Org. Fahrettin ALTAY Paşa

Fahrettin Paşa kurtuluş savaşında önemli başarılara imza atmış, süvari kolorduları komutanlığı yapmış, istiklal savaşımızın büyük kahramanlarından biridir... Büyük taarruz da sözde yunan ordularının gerçekte ise yunan palikaryalarının aşşağılık rum çetelerinin! arkasına süvari kolordularını sarkıtarak! savaşın belkide neticesini etkilemiştir. Paşa komutasındaki süvari bölükleri İzmire ilk giren istiklal ordularındandır.
Fahrettin Paşa kurtuluş savaşının her evresinde gerektiğinde gerici-yobaz isyancılarını dağıtmaklada görevlendirilmiştir...
Ha neden Fahrettin Paşa! Paşa 1941 yılında II. Dünya harbinin en kötü zamanlarında I. Ordu Komutanlığı görevinide üstlenmiştir... Aslında Paşa ile ilgili ayrı bir konu çalışması yapmak doğru olacak gibi.

21 Aralık 2011 Çarşamba

u. mumcu yazıları - çıkarılacak

http://www.turandursun.com/forumlar/archive/index.php/t-22896.html

denemeye değer - italya tarihi

http://matilde-ciccia-stella-del-ghiaccio.over-blog.it/

Müslümanlar Bukadar mı Aptal? Aziz Nesin

Varmı ötesi?
 

Sesleniş - Uğur Mumcu


Sesleniş 
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. 
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. 
Vurulduk ey halkım, unutma bizi... 
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu. 

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi... 

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz. 

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi... 

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük. Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük. 

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi... 

Bağımsızlık, Mustafa Kemal' den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. 

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi... 

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... 

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere. 

Asıldık ey halkım, unutma bizi... 

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler. 

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi... 

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi. 

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi... 

Cumhuriyet 25.8.1975 / UGUR MUMCU

Bir Devir Kapandı

Birkaç günlük depdebe den sonra sevgili blogçuğuma kavuştum :) Ne saçma :) TBMM. Askeri Muhafız Bölükleri yerlerini polis güçlerine terk etti, meclis başkanı (herelde-tam çözemiyorum akepe faşizmini) takımlar yürütülmekteyken pekbir mutlu görünüyordu! Eee sonuçta Asker TBMM den de elini-eteğini çekiyor... Ne mutlu akepe faşizmine! Siz hiç karakolda Asker tarafından dövülen-dayak yiyen kadın duydunuz mu? Yada kadını daha rahat dövmek için ellerini arkadan kelepçeleyen karakol komutanı gördünüz mü? Tüm bu yazdıklarım yalan mı? Yemin etsem başım ağrır mı? Sözde Abdullah gül son işkence olaylarının peşinde olacağını söylemişti! sonrasında ne oldu? Bilen varmı?
akepeli mebus (sanırım bakan!) bu işkenceci polisler için:
- ne yapalım asalım mı? kurşuna mı dizelim ? kanun neyse o yapılacak! onlar için ayrı kanun mu çıkaralım... vs vs buna benzer ilginç kelamlar etmiş, sözler sarf etmişti...

yok efendi yok asmana kurşuna dizilmelerine kat'iyetle gerek yok! Mesleklerinden atılsınlar! yeter! çünkü böyle hadiseler halk ile polisin arasını açar! polise olan güven ortadan kalkar! efendim polis teşkilatı çok büyük! içinde böyle tiplerde olacak! savunması söz konusu ise; arkadaş bir elma dahi çuval ile elmayı berbat ediyorsa; o çürük elmalar (akepe seçim-partizan lafıdır) yok edilmelidir!
Polis Gücümüzü Pokemon kuvvetlerine çevirmeyelim!
Cemil 1975 (Cüneyt Arkın) te çizilen polis profili ne kutsaldır; ne mübarektir! Ne koruyucudur! O filmde komiser cemil:
- polis devletin halk içindeki yüzüdür...

buna benzer çok özel kelamlar etmişti... Polis neyse! devlet-hükümet te odur! Polis karakolda işkence yapar, hükümet te insanları zindanlara doldurursa... Ve en kötüsü %51 tüm ülkenin siyasi yapısını etkilerse, çoğulcu demokrasi tecavüze uğramışşa...
Yazık POLİS POKEMON olmasın!
Neden Atatürk?
Işıklar içinden bizlere sanıyorum acıyarak-üzülerek bakıyor...

20 Aralık 2011 Salı

Aziz Nesin Vakfı Sizleri Yanında Görmek İstiyor

AZİZ NESİN AYDINLAR DİLEKÇESİ


T.C. Altındağ 1. Noterliği
No: 7826
5 Mart 1984

Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler
Cumburbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Yüksek Katlarına ayrı ayrı sunulmak üzere yazılan, bir sayfalık “Sunuş” bölümüyle, altı sayfalık “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” bölümlerinden oluşan Dilekçe.
Türkiye, henüz atlatamadığı en ağır bunalımlarından birini yaşamaktadır. Kuşkusuz, bu büyük bunalımdan toplulumuzun bütün kesimleri, katmanları ve görevlileri ortaklaşa sorumludur. Biz Türk aydınları, eksiklerimizin ve sorumluluğumuzun öneminin ve önceliğinin bilincindeyiz. Bu bilinç, bize toplulumuzun sağlıklı ve güvenli bir düzene geçişiyle ilgili görüşlerimizi açıklama görev ve hakkını vermektedir.
Varolan düzenlemeler ve 2969 sayılı yasanın suç saymadığı çerçeve içinde görüşlerimizi açıklamayı gerekli görüyoruz. Bizler bu sınırlamaları benimsememekle birlikte, bu çerçeve içinde hareket etme durumundayız.
Bizler toplulumuzun akılcı yöntemler kullanarak aydınlık bir geleceğe ulaşacağına coşkuyla inanıyoruz. Bu inançla ve ortaklaşa sorumluluğumuzu üstlenip, kaynağını Anayasa’da bulan dilekçe hakkımızı kullanarak, kamu ile ilgili gözlem, düşünce ve istemlerimizi devletin en yüksek katlarına saygıyla sunuyoruz.


Aşağıda İmzası Bulunanların Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemleri
Demokrasi, kurumları ve ilkeleriyle yaşar. Bir ülkede demokrasinin temel harcını oluşturan kurum, kavram ve ilkeler yıkılırsa bunun zararlarını gidermek güçleşir.
Demokrasiyi kendi öz değer ve kurumlarına yabancılaştırmak, biçimsel olarak koruyup içeriğini boşaltmak, onu yıkmak kadar tehlikelidir. Bu nedenlerle tarihsel birikime dayalı devlet yapımızı ayakta tutan kurum, kavram ve ilkelerinin korunmasını ve demokratik ortam içinde güçlenmesini savunmaktayız.
Halkımız, çağdaş toplumlarda geçerli insan haklarının tümüne layıktır ve bunlara eksiksiz olarak sahip olmalıdır. Ülkemizin, insan haklarının güvenceleri yurt dışında tartışılır bir ülke durumuna düşürülmüş olmasını onur kırıcı buluyoruz.
Yaşam hakkı ve insanca yaşama, örgütlü ve toplumsal varolmanın çağımızda hiçbir gerekçe ile ortadan kaldırılamayacak baş amacıdır; doğal ve kutsal bir haktır. Bu hakkın anlam kazanması, düşünceyi özgürce açıklamaya, geliştirmeye ve etrafında örgütlenmeye bağlıdır. Bireylerimizin yeni ve değişik düşünce üretmelerini, gösterilmeye çalışıldığı gibi, bunalımların nedeni değil, toplumsal canlılığın gereği sayıyoruz.
İnsanların son sığınağı olan adalet, insanca yaşamın da başlıca dayanağıdır. Bunun gerçekleşmesinin çağdaş hukuk devletinde geçerli yolları, adalet arayışının hiçbir şekilde engellenmemesini ve adalete ulaşmada olağanüstü yargı yollarına ve olağandışı yöntemlere başvurulmamasını gerektirmektedir. Olağanüstü yönetim biçimlerinin olağan sayılan dönemlerde süreklilik kazanmasının çağdaş demokrasi anlayışıyla bağdaşmayacağı görüşündeyiz.
Yargı kararı olmaksızın yurttaşların haklarının kısılması, tartışılması mümkün olmayan tek yanlı idari işlemlerle suç oluşturulması, siyasal hakların ellerden alınması, ve genel suçlamalar yapılması, toplumsal yıkımlara yol açmaktadır. Dernek, kooperatif, vakıf, meslek odaları, sendika ve siyasal partilere girmenin ve açıklandığı zaman suç sayılmayan düşüncelerin sonradan egemen olan anlayışa göre, suç sayılması hukuk devleti kavramıyla bağdaşmaz.
Türkiye’nin yaşadığı yoğun terör eylemlerinden demokratik sistemin kendisi sorumlu tutulamaz.
Her örgütlü toplumun şiddet eylemleriyle mücadele etmesi kaçınılmaz görevidir. Ancak, devlet olmanın temel niteliği, terörle mücadelede hukuk ilkelerine bağlı kalmaktır. Terörün varlığı, hiçbir zaman, devletin de aynı yöntemlere başvurmasının gerekçesi olamaz.
Varlığı yasal kararlarla da kanıtlanan işkence insanlığa karşı suçtur. İşkencenin yargısız, peşin ve ilkel bir cezalandırma alışkanlığına dönüştürülmüş olmasından endişe ediyoruz. Ayrıca, özgürlüğü sınırlama amacını aşan cezaevi koşullarını da eziyet ve işkence sayıyoruz.
İşkencenin büsbütün ortadan kaldırılması için gerekli önlemler alınmalıdır. Savunma, soruşturma ve suçlama ile birlikte başlamalıdır. Her türlü soruşturma ve kovuşturmada, hukuk devleti kuralları dışına çıkılır ve yargısal yöntemlerde en başta sanık mahkûm oluncaya kadar masumdur ilkesiyle vurgulanan evrensel güvenceler yok sayılırsa, keyfilik, özellikle siyasal davalarda yargılamanın temel unsurlarından biri olur.
Terör eylemlerinin oluşmasında toplumun bütün kesimlerinin sorumluluk payının olduğu gözönüne alınarak, ölüme dayalı çözüm düşüncesinin ortadan kaldırılması için, kesinleşmiş idam kararlarının infazlarının durdurulması ve ölüm cezalarının kaldırılması gereğine inanıyoruz.
Gecikmiş adaletin adaletsizlik olduğu evrensel gerçeğine dayanarak, görülmekte olan davaların bir an önce sonuçlandırılması gerektiği görüşündeyiz.
Suçları oluşturan, toplumsal ve siyasal koşullardır. Türkiye’nin içinde yaşadığı çalkantılı dönemin topluma yüklediği sorumluluk unutulmamalıdır. Bu nedenlerden ötürü ve sosyal barışa katkıda bulunmak için kapsamlı bir affı kaçınılmaz görüyoruz.
Kamu yaşamında iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmanın yolu olan siyaset, toplumun tümünün yönetime katılmasıdır. Güncel siyasetin her ülkede görülen ve kaçınılmaz olan aksaklıkları, herkese açık olması gereken siyaset yoluyla topluma hizmetin engellenmesinin ve belirli zümrelerin, kişinin ve kişilerin tekeline bırakılmasının nedeni olamaz. Siyaset yalnızca idari kararlara indirgenemez.
Milli irade ancak, toplumun bütün kesimlerinin özgürce örgütlenebildiği düzenlerde anlam ifade eder. Kimsenin siyasal kanı ve felsefi düşüncesinden ötürü suçlanmadığı, hiçbir yurttaşın dinsel inançlarından dolayı kınanmadığı ülkelerde milli irade en üstün güçtür. Bu üstün gücün meşruluğu, temel hak ve özgürlüklere karşı takındığı tavra bağlıdır.
Çoğunluk iradesinin özgürce belirlenmesini engelleyen koşullar demokrasiye aykırıdır. Bunun gibi, çoğunluk iradesini bahane ederek temel hakları yok etmek de demokrasi ile bağdaşmaz.
Tarihsel gelişim süreci içinde demokratik anayasaların amacı, kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır. Bireyi devlet karşısında güçsüzleştiren düzenlemeler, hangi ad altında getirilirse getirilsin, demokrasiden uzaklaşma anlamına gelir. Bu durumda, demokratik yaşamın kaynağı olması gereken Anayasa, demokrasinin engeli olur.
Başta siyasal partiler olmak üzere, sendikalar, mesleki kuruluşlar ve dernekler, demokratik yaşamın vazgeçilmez dayanaklarıdır. Mesleki örgütlenmeler, üyelerinin dayanışma ve ekonomik çıkarlarını savunmakla görevli oldukları kadar, siyasal partilerle birlikte, birey ve grupların demokratik özgürlüklerini korumanın ve yönetime katılmalarının aracı ve etkeni de olmalıdır. Bu nedenle, örgütlenme ve katılım haklarının anayasal düzenlemeler içinde en geniş güvencelere kavuşturulması gerektiğine inanıyoruz.
Bir toplumun yaşayışında, özgürlük, çeşitlilik ve yenilik öğelerinin bulunması, toplumun geleceği ve gelişmeye açık tutulması için zorunludur. Bu bakımdan her türlü düşünce üretimi korunmalı, yeni öneriler kamuya özgürce sunulabilmelidir.
Özgür basın, demokratik düzeni bütünleyen temel öğelerden biridir. Bunun sağlanması için, bağımsız, denetimsiz ve çok yanlı olarak toplumun kendinden haberli olması, değişik düşüncelerin özgürce yansıtılması ve her türlü eleştirinin basında yer bulması zorunludur. Çok yönlü kamuoyu oluşması ve yönetimin demokratik denetimi ancak böyle bir basınla gerçekleştirilebilir. Yine bu nedenlerle ve yansızlığın en koşulu olarak TRT’nin de özerkliğinin sağlanması gerektiğine inanıyoruz.
Eğitimin temel amacı, özgür düşünceli, bilgili, becerili ve üretici insan yetiştirmektir. Bunun tersine, tek tip insan yaratmaya çalışmak, çağdaş gelişmeler ve çoğulcu demokrasiyle bağdaşmaz. Çağdaş demokrasi, dünyaya eleştirel gözle bakabilen insan yetiştirmeyi amaçlar.
Toplumun en yetişkin kesimi olan üniversitelerin özerklikten yoksun bırakılarak kendi kendilerini yönetmeye layık olmadıklarının ileri sürülmesi, ülkemizde demokrasinin işleyebileceğini inkâr etmek anlamına gelir. Bütün yüksek öğretim kurumlarının, atamalarla oluşturulan aşırı yetkili bir kurulun buyruğuna verilmesi, hem gençlerin iyi yetiştirilmesini, hem de bilim yapılmasını şimdiden engellediği gibi ülkenin geleceği için büyük kaygılar da doğurmaktadır. Bu nedenle, YÖK düzeninin bir an önce seçim ilkesine dayalı özerklik yönünde değiştirilmesini gerekli görüyoruz.
Fikir ve sanat ürünlerinin serbestçe oluşmasını engelleyen hukuki ve fiili sınırları kaldırmak ve her yurttaşla birlikte, düşünce ve sanat adamlarını da genel güvencelerle donatmanın bir uygarlık koşulu olduğunu önemle belirtmek isteriz. Sağlıklı bir toplumsal gelişme, her türlü sanat yapıtlarının üretiminde ve yayımında özgürlüğü, kültürel yaratıyı son derece sınırlayan sansürün toptan kaldırılmasını, hiçbir konunun tabu haline getirilmemesini, ceza sorumluluğunun yalnız olağan yargı mercilerince saptanmasını gerektirir.
Bütün bunların ışığında, topluma karşı sorumluluklarının bilincinde olan bizler, çağdaş demokrasinin, ayrı ayrı ülkelerin özel koşullarına göre uygulamadaki değişikliklere karşın, değişmeyen bir özü olduğuna bu özü oluşturan kurum ve ilkelerin bizim ulusumuzca da benimsenmiş bulunduğuna, bunlara aykırı düşen yasal düzenleme ve uygulamaların demokratik yöntemlerle ortadan kaldırılması gerektiğine, yaşadığımız bunalımdan, böylelikle, sağlıklı ve güvenli olarak çıkılacağına olanca içtenliğimizle inanmaktayız.

Adı, Soyadı: İşi Ek Bilgiler

X X X

Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Milllet Meclisi Başkanlığı Yüksek Katlarına ayrı ayrı sunulmak üzere yazılan, bir sayfalık “Sunuş” bölümü ile, altı sayfalık “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” bölümlerinden oluşan Dilekçe.
Bu dilekçe, ilgili makama, Avrupa Konseyi’nin Türkiye’deki demokrasi ve insana haklarına ilişkin kararından sonra sununlacaktır. Bunun nedeni, bu dilekçenin verilmesinin çeşitli çevrelerce bilerek ya da bilmeyerek yanlış yorumlanmasını veya kötüye kullanılmasını önlemektir.
Bu dilekçe 1300 aydın tarafından imzalanmış olup imzalı kopyalar Ankara, Altındağ 1. Noteri’ne emanet olaral teslim edilmiştir.

KAYNAK